Roma’yı yürüyerek keşfetmek gibisi yok. Her köşe başında bir tarih, her taşın altında bir hikâye saklı sanki. Ama bazı yerler var ki, sadece tarihî değil; aynı zamanda insanın içine dokunan, poz verdiren, hayal kurduran bir ruhu var. İşte o yerlerden biri: İspanyol Merdivenleri.
135 basamak… Kulağa sadece sayılar gibi geliyor ama inanın bana, bu merdivenler sadece bir noktadan bir diğerine çıkmak için yapılmamış. Yıllar boyunca ressamların, şairlerin, âşıkların, turistlerin ve tabii ki Roma’yı doya doya gezmek isteyenlerin buluşma noktası olmuş. Güneşin yavaşça batmaya başladığı saatlerde, merdivenlerin üzerine oturup hayatın akışını izlemek… Tarif edemem. Ama elimden geldiğince anlatacağım 🙂
Bu yazıda size sadece bu merdivenlerin tarihini anlatmakla kalmayacağım, neden “İspanyol” dendiğini, hangi filmlerde yer aldığını, orada neler yapıp neler yapamayacağınızı, etrafındaki güzellikleri de tek tek paylaşacağım. Çünkü Roma’yı gezerken bu detaylar, seyahatinizi sıradan olmaktan çıkarıp unutulmaz bir anıya dönüştürüyor.
Hazırsanız, İspanyol Merdivenleri’nin hikâyesine birlikte çıkalım. Ama yavaş yavaş, basamakları sindire sindire… Çünkü Roma böyle gezilir 😉
İspanyol Merdivenleri’nin Tarihi
“Basamaklar değil, yüzyıllar üst üste dizilmiş gibi…”
İspanyol Merdivenleri’nin hikâyesi, aslında Roma’nın Avrupa diplomasisiyle harmanlandığı bir döneme kadar uzanıyor. 18. yüzyılın başlarındayız. Papa V. Innocent’in torunlarından Étienne Gueffier adlı bir Fransız diplomat, Piazza di Spagna ile yukarıda yer alan Trinità dei Monti Kilisesi’ni birbirine bağlayan bir merdiven yapılması için yüklü bir bağışta bulunuyor. Yani aslında olay “birileri yokuş çıkmasın diye merdiven yapalım” gibi başlamıyor; bu, hem dini hem mimari bir bağ kurma projesi.
1717 yılında mimar Francesco De Sanctis ve Alessandro Specchi’nin tasarımıyla inşaat başlıyor. İnşaat öyle hemen tamamlanmıyor tabii — 1725’te yani tam 8 yıl sonra, büyük bir törenle açılıyor. O dönem için gerçekten gösterişli bir proje. Üstelik bu sadece bir merdiven değil; adeta bir açık hava sahnesi gibi tasarlanıyor. Basamaklar geniş, yayvan, simetrik… Hem aşağıdan yukarıya görkemli bir yürüyüş hissi veriyor, hem de yukarıdan aşağıya bakınca adeta bir manzara balkonuna dönüşüyor.
Peki neden “İspanyol” Merdivenleri?
Hemen yanında yer alan İspanyol Elçiliği sebebiyle bu isim takılmış zamanla. Yoksa mimarı Fransız, finansörü Fransız, kilise zaten Fransızların kontrolünde… Yani tam bir uluslararası yapım! 😄 Ama halkın dilinde yer ettiği şekliyle “Scalinata di Trinità dei Monti” (Trinità dei Monti Merdivenleri) yerine artık herkesin ağzında “İspanyol Merdivenleri” kalmış. Hani neredeyse diplomatik bir isim hakkı meselesi çıkacakmış!
Zamanla bu merdivenler sadece bir geçiş noktası değil, bir sosyalleşme alanı, bir “buluşma yeri” hâline geliyor. Özellikle 19. yüzyılda sanatçılar, şairler, yazarlar bu merdivenlerde toplanıyor; ilham peşinde oturuyorlar, çiziyorlar, yazıyorlar…
Görülmesi Gerekilen Yerler ve Lezzet Durakları
İspanyol Merdivenleri sadece başlı başına bir durak değil, etrafındaki hazinelerle birlikte tam bir “Roma paketi”! Merdivenlerin dibindeki Barcaccia Çeşmesi’nden yukarıdaki Trinità dei Monti Kilisesi’ne, hemen yanındaki Keats-Shelley Evi’nden tarihi Villa Medici’ye kadar her adımda ayrı bir hikâye var. Araya bir dikilitaş, biraz edebiyat, biraz sanat sıkışıyor… Ve tabii ki bu kadar gezmeye enerji lazım! Neyse ki çevredeki lezzet durakları tam bir ödül gibi: Roma’nın en efsane tiramisusunu Pompi’de tattıktan sonra, Antico Caffè Greco’da kahveni yudumlayıp, sokak arasında gizlenen Pastificio Guerra’da uygun fiyata mis gibi makarna yemek… İşte İspanyol Merdivenleri çevresi, gezilecek yerler ve mideni şenlendirecek duraklarla dolu dolu bir rota sunuyor bize!
Görülmesi Gerekilen Yerler Listesi
- İspanyol Medivenleri
- Barcaccia Çeşmesi
- Keats Shelley Evi
- Sallustiano Dikilitaşı
- Santissima Trinità dei Monti Kilisesi
- Meryem Ana Sütunu
- Villa Medici
Lezzet Durakları
- Pompi Tiramisù
- Antico Caffè Greco
- Pastificio Guerra
1 İspanyol Merdivenleri
İspanyol Merdivenleri deyince herkesin aklına ilk gelen, o meşhur fotoğraf pozları ve kalabalık turist grupları olur. Ama işin aslı, bu taş basamakların çok daha derin, çok daha özel bir hikayesi var. Turistik broşürlerde nadiren rastlayacağınız, Roma’nın kalbinde saklı kalan incelikleri ve sürprizleri keşfetmeye hazır olun. İşte İspanyol Merdivenleri’nin bilinmeyen, gizli kalmış yönleri…
Gizli simetriler ve tasarımsal oyunlar
İspanyol Merdivenleri ilk bakışta basit bir yukarı çıkış gibi görünür ama mimar Francesco De Sanctis’in bu yapıya gizlice serpiştirdiği simetrik detaylar çok daha fazlasını anlatır. Merdivenler yukarı doğru değil de adeta iki yana açılarak genişler — çünkü bu şekilde yukarıdaki Trinità dei Monti Kilisesi daha heybetli ve etkileyici görünür. Yani burada mimariyle yapılmış bir illüzyon var!
Roma’nın ilk “sosyal merdiveni”
Burası aslında Roma’nın geçmiş zamanlardaki sosyal medya platformu gibiymiş. 18. ve 19. yüzyılda sanatçılar, yazarlar, ressamlar ve hatta politikacılar bu merdivenlerde sosyalleşirmiş. Oturup sohbet etmek, notlar almak, portre çizmek… Günümüzdeki “reels” çekimi gibi düşünebilirsin ama kalemle, fırçayla, kelimelerle yapılırmış.
Çiçek festivali: Primavera’da başka bir hâle bürünüyor
Her yıl bahar aylarında (özellikle nisan-mayıs gibi) İspanyol Merdivenleri bambaşka bir hâle bürünüyor. Basamaklar, renk renk açelyalarla donatılıyor. Bu geleneğe “Primavera” adı veriliyor ve Roma’nın en romantik manzaralarından biri ortaya çıkıyor. Baharda gidersen, oturulmasa bile o çiçekli merdivenlere gözünü dikip dakikalarca bakabilirsin.
Merdivenlere oturmak neden yasak?
Evet evet, artık o Instagram’daki “merdivende oturan ben” pozlarını unutmak gerekiyor. 2019 yılında Roma Belediyesi, bu tarihi yapının zarar görmesini önlemek için oturmayı yasakladı. Cezası var mı? Var! 250 euro’dan başlıyor. Sebebi ise sadece tarihi korumak değil; aynı zamanda çöp, yiyecek artığı ve vandalizmi de engellemek.
Gece ışıkları ve gündüz kalabalığı
Gündüz turist kalabalığından adım atılmasa da, gece saatlerinde İspanyol Merdivenleri bambaşka bir atmosfere bürünüyor. Özellikle gün batımı sonrası, merdivenlerin etrafı sakinleşiyor ve Trinità dei Monti’den aşağıya doğru Roma ışıl ışıl gözüküyor. Fotoğraf çekmek için en ideal an bu saatler, tabii tripoduna el konulmazsa! 😄
2 Barcaccia Çeşmesi
Piazza di Spagna’nın tam ortasında, İspanyol Merdivenleri’nin hemen dibinde, küçük ama etkileyici bir çeşme var: Barcaccia. Adı “eski tekne” anlamına geliyor ve görünce nedenini hemen anlayacaksınız. İtalya’nın en sıcak yazlarında bile yanına uğradığınızda, bu çeşmeden akan serin suyu görmek, Roma’nın içinde bir nefes almak gibi… Ancak Barcaccia sadece güzel bir çeşme değil; 17. yüzyıldan beri Roma’nın tarihine, sel felaketlerine, sanatına tanıklık etmiş koca bir anı… Hazırsanız, bu suda yatan hikayeyi birlikte keşfedelim!
Tekne şeklindeki tasarımın sırrı: Barcaccia, adını İtalyanca “eski tekne” anlamına gelen “barca”dan alır. Tasarımcı Pietro Bernini ve oğlu Gian Lorenzo Bernini, çeşmeyi tıpkı selden sonra yere oturmuş bir tekne şeklinde yapmışlar. Bu, 1598 yılında Tiber Nehri’nin taşması sonrası Piazza di Spagna’da suların yükselip ardından çekilmesine bir gönderme.
Bernini Ailesinin İzleri: Bu çeşme, Gian Lorenzo Bernini’nin erken dönem eserlerinden biri olarak kabul edilir. Roma’da Bernini ailesinin birçok eseri var ama Barcaccia, onlara ait en sevimli ve küçük hazinelerden biri.
Serinletici Roma Molası: Özellikle yaz aylarında buraya gelmek tam bir kurtarıcı. Roma’nın kavurucu sıcağında, çeşmeden akan temiz suyla serinlemek, parmak uçlarınızı ıslatmak ve anın tadını çıkarmak için ideal.
Toplumsal Buluşma Noktası: Yüzyıllardır, sadece bir çeşme değil; Roma halkının buluşma, sohbet ve dinlenme noktası olmuş. Hatta birçok yerel, “Barcaccia’nın kenarında buluşalım” der.
Restorasyon Hikayeleri: Zaman içinde aşınan çeşme, birkaç kez restorasyondan geçmiş. Son büyük restorasyon 2014 yılında tamamlandı ve çeşme ilk günkü parlaklığına kavuştu.
Barcaccia Çeşmesi’nin hikayesi var, kesinlikle Roma’nın en şirin dedikodusu! Biliyor musun, bu minnoş çeşme aslında eskiden atların su içtiği “yalak”mış. Yani Roma’daki atlar buraya gelip “Haydi bir nefes alalım, sıcaktan patlayacağız!” dermiş. Tiber Nehri taşınca tekneler sürüklenmiş, yerlerde kalmış, işte Bernini ailesi de “Bize ne yapalım?” demiş, “Hadi bunu bir tekne şekline sokup, hem sanatsal hem at dostu yapalım!” demişler. Sonuç mu? Roma’nın en havalı tekneli çeşmesi, atların meşhur “selfie spotu” olmuş. Günümüzde ise, atların yerini selfie manyağı turistler aldı, ama çeşmenin suyu hâlâ aynı ferahlatıcı!
3 Keats Shelley Evi
Roma’nın kalabalığı arasında saklı kalan bu küçük müze, aslında şiirin, aşkın ve dostluğun en güzel izlerini taşıyor. İngiliz romantik şairleri John Keats ve Percy Bysshe Shelley’nin anısına adanmış olan bu ev, onları tanımayanlar için sessiz bir edebiyat mabedi. Burada sadece kitaplar değil, aynı zamanda o dönemin ruhu, hayalleri ve şairlerin hayatlarından kesitler sizi sarıyor. Merdivenlerin koşuşturmacasından uzak, biraz durup derin nefes almak ve kelimelerin büyüsüne kapılmak için birebir. Hazırsanız, şairlerin dünyasına doğru küçük ama anlamlı bir yolculuğa çıkıyoruz.
İngiliz Romantizminin Roma’daki Evi: Şair John Keats, burada yaşamının son günlerini geçirdi ve maalesef genç yaşta hayata veda etti. Percy Bysshe Shelley ise buranın yakınlarında gömülü. Bu ev, sadece bir müze değil; romantik edebiyatın Roma’daki kalbi.
Sessizlik ve Sükunetin Adresi: Piazza di Spagna’nın kalabalığına rağmen, müze içinde adeta zaman durur. Burada şairlerin el yazmaları, kişisel eşyaları ve çağdaşlarının eserleri sergilenir.
Edebiyat Tutkunlarının Tapınağı: Özellikle şiir severler için vazgeçilmez bir durak. Keats ve Shelley’nin yanı sıra dönemin diğer büyük isimlerinin de hayatlarından kesitler sunar.
Bir Aşk Hikayesi ve Dostluk: Müzede, romantik şairlerin yaşamları ve ilişkileri, o dönemin politik ve sosyal atmosferi ışığında anlatılır. Edebiyatın, dostluğun ve trajedinin iç içe geçtiği bir yer.
Keats’in Son Günleri: Şair, burada geçirdiği zaman boyunca ilham buldu ve yazdı. Evin küçük penceresinden baktığınızda, o zamanki Roma manzarasını hayal etmek mümkün.
4 Sallustiano Dikilitaşı
Roma’nın kalabalığında kaybolurken, İspanyol Merdivenleri’nin hemen yanı başında saklanan küçük bir hazine var: Sallustiano Dikilitaşı. İlk bakışta sade bir taş gibi görünse de, aslında antik Roma’nın zaferlerini ve mitolojik kahramanlıklarını sessizce anlatan devasa bir tarih kitabı bu. Çoğu ziyaretçinin radarından kaçan bu dikilitaş, Roma’nın sırlarını fısıldayan gizli bir bekçi gibi. Eğer şehrin kalabalığından biraz uzaklaşıp, tarihin derinliklerine kısa bir yolculuk yapmak istersen, Sallustiano Dikilitaşı tam da o durak.
Roma’nın Gizli Anıtlarından: Sallustiano Dikilitaşı, İspanyol Merdivenleri çevresinde sık gözden kaçan küçük ama anlamlı bir eser. İlk bakışta sıradan bir taş gibi görünse de, Roma’nın eski dünyasından bir kesit taşıyor.
Eski Roma’nın Zafer Anıtı: Bu dikilitaş, Roma İmparatorluğu’nun zaferlerini anmak için dikilmiş ve zaman içinde şehir dokusuna yavaş yavaş karışmış. Bir tür sessiz tarih fısıltıcısı.
Sallustiano Bahçeleri Yakınında: Dikilitaş, adını aldığı Sallustiano Bahçeleri’nin hemen yakınında yer alıyor. Burası, antik Roma’nın zengin ailelerinin dinlenme ve eğlence alanıymış.
Gizli Detaylar ve Semboller: Dikilitaş üzerindeki kabartmalar, Roma’nın mitolojisi ve tarihinden izler taşır. Her bir figür, farklı bir zaferi, kahramanlığı anlatır.
Az Bilinen Turistik Durak: İspanyol Merdivenleri’ne gelenlerin genellikle gözünden kaçan bu eser, Roma’nın derinliklerinde kaybolmak isteyenler için küçük bir hazine.
5 Santissima Trinità dei Monti Kilisesi
İspanyol Merdivenleri’nin en tepesinde, adeta şehri kucaklayan zarif siluetiyle yükselen Santissima Trinità dei Monti Kilisesi, Roma’nın en dikkat çekici dini yapılarından biri. Gotik ve Rönesans tarzlarının muhteşem bir karışımı olan bu kilise, hem mimari hem de tarihî açıdan ziyaretçilerini büyülüyor. İçerideki freskler, altarlar ve özellikle devasa saat kulesiyle, Roma’nın tarihiyle ruhani bir bağ kuran nadide bir durak burası. Efsanelerle, sanat eserleriyle ve İspanyol Merdivenleri’nin panoramik manzarasıyla taçlanan Santissima Trinità dei Monti, Roma’da mutlaka görmen gereken yerlerden.
Fransız Kraliyet Bağlantısı: Kilise, Fransa Kralı I. Louis tarafından 1500’lerin başında inşa ettirilmiş ve tarih boyunca Fransız Katolik toplumunun merkezi olmuş. Hâlâ Fransız hükümeti tarafından destekleniyor.
Saat Kulesi ve Dönemin Mucizesi: Kilisenin ünlü saat kulesi, 18. yüzyılda yapılan ve Roma’daki nadir mekanik saatlerden biri. Kuledeki saat halen çalışıyor ve şehre tarihî bir ritim katıyor.
Rönesans ve Gotik Harmanı: Kilisenin mimarisi Gotik sivri kemerler ve Rönesans sadeliğini bir arada sunuyor. Bu da onu Roma’daki en estetik ve özgün yapılardan biri yapıyor.
Ünlü Freskler: İçerideki freskler, 16. yüzyıl İtalyan sanatının önemli eserleri arasında yer alıyor. Özellikle “Vergilius’un Mistik Görünümü” gibi temalar dikkat çekiyor.
Zirveden Muhteşem Manzara: Kilisenin önündeki terastan, Roma’nın tarihi merkezinin panoramik görüntüsü göz kamaştırıyor. Fotoğraf tutkunları için kaçırılmaz bir nokta.
Trinità dei Monti’nin Adı: İsmi, “Dağdaki Kutsal Üçleme” anlamına geliyor ve Roma’nın dini tarihindeki önemli bir sembolü temsil ediyor.
6 Meryem Ana Sütunu
İspanyol Merdivenleri’nin kalabalığı arasında gözden kaçabilecek ama anlamı büyük olan bir yapı var: Meryem Ana Sütunu. Yüksekliğiyle göğe doğru zarifçe uzanan bu sütun, sadece taş ve mermerden ibaret değil; Roma’nın inanç dolu tarihinin sessiz bir yansıması. Üzerindeki Meryem Ana heykeli, şehrin koruyucusu gibi duruyor
Şehrin Koruyucusu: Sütun, Meryem Ana’ya adanmış olup, Roma’yı kötülüklerden koruması için yapılmış. Bir tür manevi bekçi görevi görüyor.
Barok Heykeli: Sütunun tepesindeki Meryem Ana heykeli, 18. yüzyılda Francesco Baratta tarafından yapılmış ve barok sanatın zarif örneklerinden biri.
Meydanın Ruhani Merkezi: Her yıl burada düzenlenen dini törenler ve kutlamalar, Roma’nın derin geleneklerini yaşatıyor.
Şehir İçin Sembol: Sütun, İspanyol Merdivenleri bölgesinin manevi simgesi haline gelmiş ve yerel halk için özel bir öneme sahip.
Mimari Detaylar: Sütunun kaidesindeki kabartmalar, İncil’den sahneleri ve Roma’nın tarihinden kesitleri yansıtıyor.
7 Villa Medici
Roma’nın kalbinde, İspanyol Merdivenleri’nin hemen yukarısında yer alan Villa Medici, tarihin ve sanatın bir araya geldiği büyüleyici bir mekan. 16. yüzyıldan kalma bu görkemli saray, Rönesans döneminin en önemli ailelerinden Medici’lerin Roma’daki izlerini taşıyor. Bahçeleri, mimarisi ve sanat koleksiyonlarıyla dolu olan Villa Medici, ziyaretçilerine hem dingin bir kaçış hem de kültürel bir şölen sunuyor. Burada dolaşırken, tarihin yumuşak rüzgarını hissedebilir, sanatın zamansız büyüsüne kapılabilirsiniz.
Medici Ailesinin Roma’daki Temsili: Floransa’nın güçlü Medici ailesi tarafından 1576’da satın alınan villa, onların Roma’daki prestij merkezlerinden biri olmuş.
Fransız Akademisi’nin Evi: 1803’ten beri Fransız Akademisi’nin (Académie de France à Rome) merkezi olarak kullanılıyor ve sanatçılara burslar veriliyor.
Eşsiz Bahçeler: Villa’nın geniş ve bakımlı bahçeleri, Roma’nın karmaşasından uzaklaşmak isteyenler için mükemmel bir dinlenme alanı.
Rönesans ve Barok Mimarisi: Villa, hem Rönesans’ın zarafetini hem de Barok’un ihtişamını yansıtan detaylarla dolu.
Sanat Koleksiyonları ve Etkinlikler: Düzenlenen sergiler, konserler ve kültürel etkinliklerle canlı bir sanat merkezi olarak hayatını sürdürüyor.

1 Pompi Tiramisù
Roma sokaklarında gezinirken, şöyle gerçek bir İtalyan tiramisüsünün peşindeysen, Pompi tam sana göre! Burası sıradan tatlıcı değil; tiramisünün kalbi, ruhu, ta kendisi! Kapıdan girdiğin anda mis gibi kahve, mascarpone ve tatlı hayaller kokusu seni karşılıyor. İlk ısırıkta damağında bir parti başlıyor; kahve aroması dans ediyor, kremanın yumuşaklığı sarıyor, pandispanya hafifçe “merhaba” diyor. Dikkat et, burada bir dilim daha isteyebilirsin, hatta iki!
Buraya gelen herkes hemen “Burası cennet olmalı!” diyor, çünkü Pompi tiramisusu yediğin her kaşıkla seni Roma’nın kalbine biraz daha yaklaştırıyor. Tatlı krizini unutturuyor, “bir dilim daha” sendromunu tetikliyor ama olsun, hayat kısa ve tiramisu uzun! Eğer Roma’da gerçek bir tatlı ziyafeti çekmek istiyorsan, Pompi’deki bu tatlı şöleni kesinlikle kaçırma. Burada sadece tatlı yemiyorsun; aşk, neşe ve kahve dolu bir serüvene çıkıyorsun.
2 Antico Caffè Greco
Roma’nın en prestijli caddelerinden Via dei Condotti üzerinde, 1760 yılından beri ayakta duran Antico Caffè Greco, sadece bir kahve dükkanı değil; tam anlamıyla bir kültür mabedi. İçeri adım attığınızda sizi karşılayan ahşap mobilyalar, antika tablolar ve eski püskü kitap rafları, buranın ne denli tarih dolu olduğunu hemen hissettiriyor. Burası, Goethe’den Byron’a, Keats’ten Stendhal’a kadar pek çok büyük sanatçı ve düşünürün uğrak noktası olmuş; tarihin ve sanatın nefes aldığı bir yer.
Burada kahve içmek sadece bir rutin değil, adeta bir ritüel. Hangi masaya oturursanız oturun, etrafınızda yılların sohbetleri, tartışmaları ve ilham veren anlar hissediliyor. Kahve çekirdeklerinin taze kavrulma kokusu, ahşap tezgahın sıcaklığı ve müşterilerin fısıltılı sohbetleri bir araya gelince, burası sıradan bir kafe olmaktan çıkıp bir edebiyat ve sanat buluşma noktası haline geliyor.
Antico Caffè Greco, yıllar boyunca sadece Roma’nın değil, Avrupa’nın entelektüel yaşamının da merkezi olmuş. Burada kahvenizi yudumlarken, o dönemlerin ruhunu, yaratıcı kıvılcımları ve derin sohbetleri adeta hissediyorsunuz. Roma’ya geldiyseniz ve gerçek bir tarih-kahve deneyimi yaşamak istiyorsanız, burası mutlaka listenizde olmalı.
3 Pastificio Guerra
Roma sokaklarında koştururken acıkmak kaçınılmaz! İşte tam da böyle anlarda, Pastificio Guerra imdadına yetişiyor. Burası, hızlı, ekonomik ve tam kıvamında makarna isteyenlerin vazgeçilmez durağı. Ufak ama cıvıl cıvıl bu mekan, taptaze makarnaları ve ev yapımı soslarıyla adeta Roma’nın lezzet deposu. Öğle arası koşuşturmasında ya da hızlı bir atıştırmalık niyetine, buranın kapısından içeri girdiğinizde sizi mis gibi ev makarnası kokusu sarıyor.
Pastificio Guerra, sadece turistlerin değil, yerel halkın da favorisi. Çünkü burada makarna sadece yemek değil, adeta bir sanat eseri gibi hazırlanıyor. Fiyatlar cebinizi sarsmıyor, lezzet ise tam kıvamında. İster klasik cacio e pepe, ister bolonez soslu ya da sevdiğiniz başka bir makarna; her tabak Roma’nın ruhunu yansıtıyor. Aceleye geldiğinizde bile kaliteden ödün vermeyen Pastificio Guerra, Roma keşfinizdeki lezzet molanız için kesinlikle listenizde olmalı.
İspanyol Merdivenleri’nin Büyülü Dünyası
Roma’da İspanyol Merdivenleri çevresinde attığımız bu adımlar, sadece taş ve tarihten ibaret değil; her köşesi, her taş basamağı yaşam dolu, hikaye dolu… Barcaccia Çeşmesi’nin atların su içtiği yalak olduğu günü hayal ettik, Bernini’nin sanatını hissettik. Keats ve Shelley’nin sessiz şiirlerinde Roma’nın ruhunu dinledik. Sallustiano Dikilitaşı’nın sessiz zaferlerini fark ettik, Santissima Trinità dei Monti’nin zirvesinden Roma’yı kucakladık. Meryem Ana Sütunu’nun sakin bekçiliğinde biraz huzur bulduk, Villa Medici’nin sanat dolu bahçelerinde zamanın yumuşak rüzgarını hissettik. Ve tabii ki, yolumuzu tatlı bir aşkla Pompi Tiramisù’de sonlandırıp, Antico Caffè Greco’nun kahve kokusunu ciğerlerimize çektik. Pastificio Guerra’nın hızlı ve lezzetli makarnasıyla da enerjimizi tazeledik.
Her adımda, her tatta Roma’yı biraz daha yakından tanıdık; turist kalabalığının ötesine geçip şehrin gerçek yüzüne dokunduk. İşte İspanyol Merdivenleri çevresi böyle bir yer; hem tarih, hem sanat, hem lezzet dolu, unutulmaz bir deneyim. Bir sonraki Roma keşfinizde bu rotayı mutlaka listenize alın, çünkü burası kalbinizin daima yanında olacak.